29 Şubat 2012 Çarşamba

Filmime altyazı arıyordum gece bakınırken panik atak bahsinde bir paylaşım gördüm o derdi yaşayan bir eski dost geldi oturdu geceme.
Her neyse hastalık için kaygı ile başlayan aşırı stresin tetiklediği vs vs sebepler ile başlayan ilaçlar terapiler öneren o çok bilmiş psikiyatrlar anlatıyordu.Psikiyatri her bireyin farklı olduğunu kabul etsin öyle ortak insan doğası yalanını sürdürmesin emeklemekten kurtulur belki.Konum o değil zaten.
İnsan kendisini yaşamaya uzaklaştıkça ölemiyor da sık söylüyorum bunu.Ama tam ifade edemiyorum.Doğduğun andan öleceğin ana giden süreçte kim olacağın hangi devlet sınırlarında dünyaya gelmenle belirleniyor;ve yine o devletin vatandaşı(tasarımı) olan ailenin mutluluk algısına göre şekillenmeye başlıyorsun,sonra kültürler,eğitimle kısırlaşıp kendi halini ne istediğini kim olduğunu bilemeden yaşıyorsun hele de tüketim çağı herkesi aynılaştırmaya bilimi de almışken arkasına.Gündelik hayatını devam ettirebilmek için bir ömrünü bir gurup azınlığın daha konforlu yaşamasına feda etmeye geliyorsun.Elbette her sınıfın bir model elbisesi var,biçimin ne olursa olsun ona sığmalısın; hülasa çoğunluk kendini yaşayamadan gidiyor çoğunlukla.
Tabii ki böyle durumlar da tasarladıklarımız ve onlar gerçekleşmediğinde mutsuz olma halimiz bizi kırgınlıklar deryasına balık ediyor.Aslında tasarlamak kötü değil onları kendi bilincimizden yaratmışsak.Oysa taslaklar bize verilmiştir.Ezberlerimiz bizim deneyimlerimiz değildir.İnsan kendi bilinciyle seçtiklerini yaşamadıkça yaşamış sayılmadığından etraf yaşının insanı olmayan,bilgeleşememiş insanlardan geçilmiyor.Kendini yaşamış insan hakikate daha yakın sanıyorum.Eğitim zaten Sümerlerden bu yana egemenlerin hizmetine tebaa üretir.Sümerler filan bak bak entel entel konuşuyorum kendime gıcık oldum haaa.Neyse bazen  yaşça kendimizden çok küçük olup iradesiyle kendini yaşayan bilge insanlara rastladığımdan beri yaş almanın yaşamak olmadığını anladım.Budur bence panik atak sorununun kökeni her şeyi tasarlanmış insana, mutluluk tanımıda verilmiş:şöyle olursan mutlu olursun vs vs denmiş mutluluk an değilmiş de amaçmış gibi peşinden koşarsan yaşamı es geçiyorsun sonrada ölüm kaygısı.
Neyse benim dururmum da genelden ayrı değil zaten.Bir dostun özlemi yazdırdı bunca şeyi sonra o dost kendisimiy di sorusu çıktı karşıma aklım iyice harap oldu yani.Tütün iyidir..

27 Şubat 2012 Pazartesi


Boş mu burası dedim öyle görünüyor dedi.Kendime inancımı kaybedeli beri eskiyen kaybolan dostlukların yas siyahı içime işlemiş,yeni tanışmalara pencerelerimi kapatmıştım.Kapı duvar.Makineleşen insan menfaat terazisiyle tüm sokakları tutmuş bana alan kalmamıştı içime dönmüştüm.Günlere anlam katmanın anlamı da hevesi de kalmamıştı.Hiç bir yerden gelmeyecek olan yaşama hevesi içimde tükenmişti.Öyle ürküyordum ki insandan mümkün mertebe uzak duruyordum zorunlu kalmadıkça evden dışarı çıkmıyordum.Yeni birileri demek yeni sorular yeni sıkıntılar değer yargılarına karşı mücadeleler demekti.Oysa benim kimsenin bu halime hak vereceği bir hikayem yoktu.Hem neredeyse tesadüfen sokaktaysam ve adres sorana bile kimlik tespiti isteyecek kadar paranoya olmuşken birisine soru sormak zorunda kalmıştım yorgundum oturmak istedim.Yalnızlıklarımız biliyordu birbirini biz tanışırken onlar kaynaşmıştı.Ne şeceresini sormak aklımdan geçti ne ondan bana sorgu sual.Başlamıştı muhabbet kendiliğinden.Sanki aynı ailede büyümüş aynı kültürü yaşamış bir zaman ayrı düşmüş iki kuzen gibiydik anlatıklarımız biliyordu birbiri biz tanışırken.

Hem yalnız hem bir başınaydım.O da öyleymiş gibiydi o hallerimiz biliyordu bir birini, biz tanışırken.O kadar susamıştım ki insana orada kanmaya hazırmışım.O ise genelden hiç farklı değilmiş.O çok yalnızım duyarlıyım insanların bu kötülüğü benim yalnızlığımdır diyen halleri pozdan öte bir değer değilmiş.Hiç bir beklentim yoktu onunda öyleydi insan kalmakta ısrar eden birine tutunmuştum var olması iyi olması bana iyi geliyordu.Tanışmadan sonra haldaşlıktan bildiğimin kim olduğunu bilmeye başlarken yine o karanlığa çekiliyordu özüm.Oysa yalnızlık tariflerimiz bile aynıydı.Sadece gerilim boşaltıp ego şişirip gittiği bir adres olduğumu anladığım da artık inanmadığımı ve tam bu sebepten beni incitemez sandığım insanlık yine dert vermişti işte bana.Amma da kendimi önemsiyordum,tek incinen bendim sanki,kimseye şikayet etmiyordum incindikçe kararıyordum incindikçe insanlıktan çıkıyordum çünkü,inanmadıkça herkesleşiyordum.Çünkü sırf ihtiyaçlarım için bir insanı aramak sormak rüyakarlığına düşmekten,.insanı kendim için rahatlama nesnesine dönüştürmekten korkuyordum. Kendimi bir hiç olan kendimi bir insanın hayatına lütuf gibi sunan narsistlerden olmaktan sa kendi içime dönmeyi susmayı insan onurumu korumayı seçiyordum.Olmayı seçtiğim yer bir hayli ıssızdı yaşamak sayılmaz dı.Oradayım hâlâ...

26 Şubat 2012 Pazar

sevda çoğaltır insanı ..sevemedik çe eksildim...

http://fizy.com/#s/1d786g
Yaz tatili bitmiş okulun açıldığı ilk gün başlamıştı.Hayatın bana insan hislerinde duyduklarıyla yaşamı algılar sözünü öğreteceği günmüş.Okul yolundan dönerken gördüm onu ve hissettiklerimiz sürdüğü sürece hep uzun zaman göreceğim yerde oturmuştu beni gördüğünde hissettiği şeyi bana geçirmişti ''off ne güzel saçların var'' sözü ile.Henüz çok yakın komşumuzun yeğeni olduğunu,en yakın arkadaşımın evinin önündeki yolun karşısındaki bakkalla (ki o bakkala geleceğim) evlerinin yan yana olduğunu öğrenmeme çok vardı;zaten bu bilgiler hislerime ne bir fazlalık kattı ne eksiltti.Adını öğrenmem için düzenlediği sokak tiyatrosu skecini, oyununa getirdiği arkadaşını bir daha görmediğimde anladım,ismini öğrenmem için arkadaşı ben geçerken defalarca ona yüksek sesle ismiyle çağrıda bulundu,ne de güzel isimdi öyle,doğadan bir ismi vardı harfleri yan yana getirmektense sembolünü defterlerime çizdiğim his dünyamı değiştiren o güzel isimli insan.


Okulum yokuşun başında bir yerdeydi eve dönüş için indiğim düzlükte devam ettiğim yolun -ki o yokuş başındaki ev olmasa daha uzun görürdük bir birimizi- ayarlamasını yapmış kendi evime döneceğim yokuş yukarı diğer yola kadar beni görecek biçimde oturudu.Ben utancımdan gözümü gözüne değdiremezdim o bana süre tanırdı ilkin ben seyrederdim doyamasam da sonra yeter derdi sıra bende sadece gözlerimizle sevdik ama namuslu sevdik.Namus dedimse ahlakçı deyim olarak kullanmadım daha önce yazmıştım  açılımını.O sevda bana öğretti ki sevda kişiseldir insanın hayatı anlamlandırması algısı nasıl sa sevdası da öyledir hiç kimse sevdayı tariflemesin kimse o kalıplara sokulmasın. Çünkü ne benim aklıma gelirdi dokunmak ne onun;kalp çarpıntılarıyla terlemeler le hevesle bir birimize karşılıklı kaldırımlardan bakardık saatlerce.Ben okul dönüşü çantayı eve fırlattığım gibi soluğu arkadaşımın evinin önündeki kaldırımda alırdım.O zaten beklerdi.Benden daha cesurdu bir iki yıl önce dünyaya gelmişti biraz da erkekçe bilmişliği vardı hiç konuşmadık ama tanıştık bildik gözce.Dokunmak aklımın ucundan geçmemişti görmek orada beklendiğimi bilmek nasıl bir doyumdu anlatamam.Sabahları okula giderken onun uyuduğunu bilirdim yastığını çarşafını kendi sevdiğim renklerden boyardım sabah uykusunda olması huzur verirdi sevdiğimin.


Kış geliyordu iyiden iyiye soğumuştu ikimizde kışlıkları giymiyorduk inatla çünkü giyinmek üşüdüğünü ilan etmekti ve bu ilan kaldırımların yardımıyla tutunduğumuz sevda yolculuğumuzun yönünü kaybetmekti.Mantolarla kaldırıma oturulmazdı o zamanlar.Ama sabah lanet olası yağmur doğanın zaferiydi,evlerinin oradan geçerken sanki her şey bitmişti çaresizlikle tanıştığım gündü.Sevdanın acıtması için illede sevilenle kavga etmek onsuz kalmak gerekmezmiş öğrendiğim gündü.Yağmura karışan gözyaşıma şaşırdığım sevdamın içimde bu kadar büyüdüğünü gördüğüm gündü.Dönüş yolunda onun oturduğu kaldırıma bakmadığım halde gördüğüm,sokaktan bile büyük boşluk yüreğimde ki boğuntuydu.O yoldan yıllardır yürümüş hiç bu kadar anlam yüklememiştim meğer anlam veren hislermiş öğrendiğim gündü.Sonra o malum bakkalın hayli geniş yağmur değdirmeyen çatısı sayesinde korunaklı ön bahçesinde onu gördüğüm de kalbimde ki çarpıntımı bana veren o sevda o üzüntüden eser bırakmayan bir kuvvet bir heves vermişti bana oradaydı bekliyordu yine sessiz anlaşmış yine gözce konuşmuştuk.Seni terk etmem diyordu.O günler için kış ayazında bu fedakarlığına karşı bende eve vardıktan sonra tekrar bakkala gittim eskisi kadar uzun olmasa da gözleriminizin sözü vardı sevecektik.Bir adım daha yaklaşmadık hep aynı hizada aynı mesafede aynı masumiyetle sevdik.Gözce anladık kalpçe çarptık.Soğuk sıcak dert değildi sadece o değil evde ki azarlar dünyadaki tüm sorunlar tek çarpıntıyla çözülürdü her şeyin üstesinden gelinirdi sevda hevesti.Sonra bitti üzmeden acıtmadan başlarken ki gibi, geliyorum demediği gibi gitti o his.


Benim dokunmakla biteceğine inandığım bir sevda algım var kirleneceğinden tükeneceğinden delice korktuğum için kaçtığım bir duyguya dönüştü sonraki yıllarda sevda ve ilk ve son sevda tecrübemin buna katkısı büyüktür.Madem o masalsı anlarda aklımızdan geçmemişti dokunmak,demek ki öğretilmiş bir şey sevdaya dokunmayı seksi katmak; hep o masumiyeti aradığım için tekrar yaklaşamadığım bir hisse dönüştü.Hele bir de o kadına yüklenen zorunluluklar güzellik zorunluluğu gibi (ırkçılığı çağrıştırır bana )bildiklerim başka hayatlardan gözlemlerim derken anlıyorum ki şairin de dediği gibi :temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte\ aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.**


Sonra büyüdük,ben bir daha sevdaya yakın durmadım dedim ya o kültürel tanımlamalar ekonomik altyapının ürettiği tüketimin desteklediği iç çamaşırı erotizmine indirgenmiş aşk tanımı yalan.Her insanın sevdası kendi algısıyla anlamlandırmasıyla alakalı; bence elbette.Dokunmadan sadece dokunmak mı bunu aklından dahi geçirmeden sadece kalbimdeki çarpıntıyla önüne düştüğüm sürüklendiğim ve hiçde rahatsız olmadığım bir yıl yaşadım.elbette herkes gibi yalnızca bir defa yaşanabilirdi ben biraz erken yaşadım;talihsizlik diyeyim.


Şimdi hep kavuşmayacağımı bildiğim bir özlemdir bana sevda; o hisleri bana yaşatan kim bilir nerededir;kaç sevdayı eskitmiştir.İnsanı hayata hazırlayan hissettikleri dir acıları umutları... ezberden toplumsal yaşamın dayattığı ve yaratmak istediği insan kimliğinden çok uzakta bir şey o,bağımsız kendi bilincinden gelen.Belki çok erken bir yaşta yakalamasaydım hiç bilmeyeceğim bir hissi bana yaşattı kendisi de yaşadı gözlerim gördü kalbim duydu.Sadece an vardı ne hesap ne kitap ne yarın vardı.Artık mümkün mü bu tür bir sevda?Tüketim kültürünün her hisse bir ad bulduğu,insana ne olması gerektiğini dayattığı bir çağda..Ben küçük bir çocukken de olsa yaşadım hiç olmazsa..Selam olsun o günlerime..


                                                                                                        **Metin Altıok- aykırı sevda sözcükleri

20 Şubat 2012 Pazartesi

http://www.youtube.com/watch?v=6CaxycJjYCw




Namus: ölçülü olmak, kendilik halinde olmak manasına da geliyor.Bu minvalde insan da denilen tür doğadan kopuşun ardından namussuz bir türdür! yani insan bozulmuş ne olduğu belirsiz bir mahlukattır bütün kıtalar da Afrika dahil!Ey insanlık büyük insanlık ! Öleceğini bilen zamanı bulan insanlık en fazla senin mal mülk kavgan namussuzluk değil de nedir.Öteki dünya diye yarattığın algı da maddi değil üstelik.Nedir senin doymak bilmeyen iştahın! ey insanlık büyük insanlık genetik kodlarımıza işlenmiş aç gözlülüğün ve ölümlü olmanın kaygısı.Çelişkide sensin birliği de sen bulmalısın.Aslanlar evrilip dünyayı yönetmez ise bu şimdilik hâlâ senin kotarabileceğin bir alan,temizle kendini temizle ve iade et itibarını insana.!Namuslu bir çay içmeli şimdi hasretimize ucu yanık bir mektup yolladık.!
http://fizy.com/#s/2ndit3

2000 model ve yıllardır hiç çalmayan telefonumda o hiç çalmamasına vesile olanların doğum günleri kayıtlı, arada alarm öter ben bakarım ekranda gördüğüm isim uzak gelir bana soluk anlamsız.Hayatımdan gidenler ve benim hayatlarından gittiklerim hepsi madddenin gaz hali gibi bu iyi değil üstelik;oysa hatırasız insan makine gibidir.Neden böyle olur neden bu  kadar keskindir bitişler ve zaman başlar o çözülmeler bilmiyorum.Önce buz tutuyorlar içinde; kış günü hele odan soğuksa kar manzaralı resimler bile içini üşütür ya bunlarda  öyle orada buz gibi dururlar içinde aklına geldikçe üşürsün,nasılsın demek aklından geçmez geçtiğinde ise sonsuz ağırlık, titreme.Sonra çözülür buz başka bir hale gelir erirken daha azdırlar içinde hafif sıkıntılı ama ağırlığı yoktur arasam deyip istemediğinde hiç sorumluluk hissettirmez ve buharlaştıkların da isimleri cisimleri yabancı birinden daha uzaktır.Yabancı bile bir yaşamdır bilmediğin bir varlık ama onlar hafıza kaybı gibidir.Bu samimiyetsizliğimden sığ genel geçer ilişkiler kurmamdan olabilir diye düşünmeye başladım sadece o an'ı bölüşmek derinlikli ilişkiler kurmamakta olur bu.Faydacı birimiyim yoksa,bütün nefretini bir karaktere boşalt o dünyadan yok olsun deseler(bu diyiciler  kim hep merak ederim ) faydacılara derim oysa.Her sabah uyandığımda sanki dünyaya şimdi fırlatılmışım anamla birlikte gibi hissediyorum;öncesiz hatırasız kimsesiz.Yaşlıktan bunlar biliyorum,yaşanmamışlıkların yaşadığından fazla ise ve geç kalmışsan böyle zırvalarsın işte.Neyse mendilim bitti..

18 Şubat 2012 Cumartesi


Zaman ....Beni tüketen kendi süren Zaman .



Nedir bu hayat denilen? Boş bir sayfa. Yaşadıkça çoğalan. Hiçbir sayfasını kendim yazmadığım;başkaları hikayelerini yazsın diye kalem olmuşken,ellerimde birikmiş siyah bir boşluk. Kendi hikayesini yapanların satır aralarında ki boşluk benim.Hikayesini yazamayanlar başkalarının hikayelerinin ardında gidenler yaşamamış gibidir bu sebeple ölemezler de ikisine de güçleri yetmez çünkü.Her şeyi açıklayabilirim yalnızlığın ekmeğini yiyenlerden değilim.Yalnızlığın ne olduğunu bilenlerdenim o ayrı.Aklım ermedi ömür sayfaları bomboş bu deftere bakınca neydi beni korkutan neydi vazgeçiren.Yüze yakın kitab okumuşluğumla her korkuma bir ad bulup kendime kendimi haklı çıkarmaktan da yoruldum.Üstelik o cevaplar hakikati anlatmıyor.İnsanlık çok aşağılık bir yerde vahşi doğada bile bizim gibi tür yoktur.Hele o sömürgeler çağının başlaması insanığın namussuz aklının ve egosunun yönettiği kötücül bir tür olmasının zirvesi.Ben insanlığa inanmadım hiç.Ama ona inat insan kalmaya direnenlerin hayatlarına dahil olmak istedim onlara öykündüm,lakin çoğunluğunda yaşadığım hayal kırıklığı beni biraz daha uzaklaştırdı hikayeme dönmekten.Meğer insan kalmakta direnmek diye bir oyun varmış ekmeğini yiyorlarmış arada beni ve ben gibileri de!Hesabım kitabım olmadı hiç olmayacak ta.Defterim boş hikaye için geç kaldım...

İnsan kalamamaktan korktum en çok bu yüzden hiç olmaya yeltenmedim. Aşağılar da başlıyor herkes bu hayat yoluna kimisi akıl çağına namussuzluğuna inat gerçekten insan kalarak giidiyor ömürleri kısa olsa da hikayeleri sonsuzluğa değerek...

Neyse tütün kokar gecelerim ellerim gideyim...

12 Şubat 2012 Pazar


Neden itiraz edemiyorum.Sesim neden cılız çıkıyor.Haksızık ve zulüm üzerine inşaa edilen her binanın temel taşlarından biriyim sustukça.Peki zaman zaman bağırıp çağırıp çirkefleşerek ruhsal mastürbasyonumu yaptıktan sonra eskisi gibi yaşamaya devam ettiren nedir?Genele bakmanın en iyi yolu içinden çıktığın çekirdeğe göz gezdirerek oluyor bende.Aile yani.O hayatla tanıştığın şekillendiğin alana dönmek iyidir anlamak adına.Dünyayı onların gözüyle görürsün ilk önce bütün evrenin ailendir.Çoğunlukla da erkek baskındır ailede baba devlet başkanıdır anne sorumlu bakan gibidir başkanın müsaade ettiği ölçüde hareket alanı vardır.Çocuk onların iktidar egolarının göklere ulaştığı nesnedir hamurdur istedikleri şeye dönüştürecekleri.Ekonomik güçleri ve senin seçme seçilme algılarının açık olmayışı iktidarlarını içselleştirmene neden olur.Normaldir yani onlar en iyisi ve en doğrusudur;göbeğinden barınma doyma güvende olma ile ilgili onlara bağlısındır.Dünyada tutunabilmen için ne gerekiyorsa onlar sağlar sana,sen ne kadar geç öğrenirsen o kadar iyidir bazıları için bu tip alile tipi devlet gibidir hüküm sürmek için seni kendilerine bağlı tutmak için beceriksiz pısırık olman için uğraşırlar kendileri de öyle büyümüştür çünkü.Büyümek denilen evreleri geçersin bir bir ama asla tam manasıyla olgunlaşamaz biraz çiğ kalırsın iktidarını sürdürmek isteyenler için bu halin iyidir.Evde olan bitene ses çıkarma zamanın gelir biri birine haksızlık ediyordu anne yada baba diğerini eziyor hüküm sürüyor kullanıyodur.Sen arada bi çıkar car larsın sinir krizleri geçirirsin bazen zalim olanı karşına alır yaptıklarını anlatırsın yanlışsın dersin.Sonra her şey devam eder.Zulme uğrayanın da suçu vardır elbet kendine bunca ezayı gösteren karşısında alternatif yaşam kurmamış orada onun boyunduruğunda yaşamıştır sana da iki taraf arasında çilesi kalır.Sorumluluk hissettiğin anlarda sesini yükseltirsin ama aslen yapılması gereken çekip gitmek minnet etmemektir. İhtiyaçlarını karşılayacak kadar olsun bağımsız olmadığından,mağdura yöneltirsin nefretini o da kendisini bu kadar ezdirmesin banane dersin deve kuşu gibisindir kafanı mağdurun da hatalarını görmeye indirirsin.Ezilenin bağımsız olamayışı ezenin gücüne dönüşür oradan alır gücünü.Sana en konforlu olduğunu söylediği bir hayat sunar daha iyisini istemeni ister,başka türlüsünü bilmediğinden hayatı bunlar sız olmaz sanırsın,sen bir bilgisayar bir sıcak yemek ve bir kombili evin konforundan ayrı nasıl yaşayabileceğini kestiremez olduğundan çekip gidemezsin.Konformistlere elitistlere küfrederken kendi zavallığını görmezsin.buradaki 'sen' tabii ki benim!Minnet eylemem türküsü en sevdiğindir çünkü olması gerekendir lakin sen o türküyle küfreder gibi zalime karşı durduğunu sanırsın oysa yalan olduğunu en iyi sen bilirsin.

Hal böyleyken böyle ey dünya ahalisi bir evin içinden dünyada olup bitenleri anlamakta böyledir.Neden sustuğumu biliyorum,sustuğum da içimde çürüttüğüm insanlığım dır.Mendilim de yaş izleri ...
http://fizy.com/#s/1iflk5

İyi biriydim ben.Evet hayatıma değenler böyle söylerdi iyi birisin.Şaşar kalırdım nedir bu iyilik tartıları diye.Son yıllarını ne kendisi ne de başkaları için ciddi anlamda hiç bir şey yapmadan geçiren bana iyi demekle neyi kastediyorlardı.Kendime bakıp bir iyilik göremeyince çevirdim aynayı bana iyi diyenlere.Kısaca örneklersem bir çoğu aynı genellemeye sığar komşum çalışan anne oğlu okul çıkışı annesi gelinceğe dek bende kalır iyiliğim burdanAkrabalarımın ihtiyaçları,bebek bakımı,ev temizliğine yardım,hastaya ilaç vs iyiliğim burdan.Susmamdan bir kez derdimi yanmamamdan.Oysa iyi insan kendisi ve başkası için sorumluluk alabilendir,dünyanın öbür ucunda yada yanı başında ölen çocuklara savaşlara insanın insana doğaya ettiğine oturup gecelerce göz yaşıyla eylemsel katkı sunan değil bir başka itiraz yolu arayandır.Ben yalnızca göz yaşımla itiraz ettim ve teorik söylemlerle kafa ütüledim.Bana iyi diyenlere inanmadım ve bahsettiğim anlamda iyi olmam için destek veren de olmadı.Sonra günlerden bir gün anlamı yitince hayatın bende ;ben sustum durdum sadece uyudum uyandım,iyilik yapamaz hale geldim.Ve artık kötü uzak durulacak biriydim.Elbette kimsenin suçu değil bana iyi dediklerinde de samimiyetlerine inanmamıştım faydalandıklarına iyi diyor insan türü.Ne diyordum ben? Neyse cigara içeceğim..

11 Şubat 2012 Cumartesi

Evde Yoklar

http://fizy.com/#s/3ftv2q


Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
 
 
Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.
 
Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.
 
Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

                                            Metin Altıok

mevsimlerden geceydi

http://fizy.com/#s/2ndit3
2000 model ve yıllardır hiç çalmayan telefonumda o hiç çalmamasına vesile olanların doğum günleri kayıtlı arada alarm öter ben bakarım ekranda gördüğüm isim uzak gelir bana soluk anlamsız.Hayatımdan gidenler ve benim hayatlarından gittiklerim hepsi madddenin gaz hali gibi bu iyi değil üstelik;oysa hatırasız insan makine gibidir.Neden böyle olur neden bu  kadar keskindir bitişler ve zaman başlar o çözülmeler bilmiyorum.Önce buz tutuyorlar içinde; kış günü hele odan soğuksa kar manzaralı resimler bile içini üşütür ya bunlarda  öyle orada buz gibi dururlar içinde, aklına geldikçe üşürsün,nasılsın demek aklından geçmez geçtiğinde ise sonsuz ağırlık, titreme.Sonra çözülür buz başka bir hale gelir erirken daha azdırlar içinde hafif sıkıntılı ama ağırlığı yoktur arasam deyip istemediğinde hiç sorumluluk hissettirmez ve buharlaştıkların da isimleri cisimleri yabancı birinden daha uzaktır.Yabancı bile bir yaşamdır bilmediğin bir varlık ama onlar hafıza kaybı gibidir.Bu samimiyetsizliğimden sığ genel geçer ilişkiler kurmamdan olabilir diye düşünmeye başladım sadece o an'ı bölüşmek derinlikli ilişkiler kurmamakta olur bu.Faydacı birimiyim yoksa,bütün nefretini bir karaktere boşalt o dünyadan yok olsun deseler(bu diyiciler  kim hep merak ederim ) faydacılara derim oysa.Her sabah uyandığımda sanki dünyaya şimdi fırlatılmışım anamla birlikte gibi hissediyorum;öncesiz hatırasız kimsesiz.Yaşlıktan bunlar biliyorum,yaşanmamışlıkların yaşadığından fazla ise ve geç kalmışsan böyle zırvalarsın işte.Neyse mendilim bitti..

8 Şubat 2012 Çarşamba

http://fizy.com/#s/3wlyab Bu türkü de ilk ve tek blog takipçisi Missbone arkadaşa gelsin umarım seversin ,gerçi bende bir numara yok kafama göre tutarsız yazılar ama hoşgeldin ..))

Yalan mı? o benim

Önce söz vardı evet sonra ilk o sözü söyleme durumuna gelen diğerlerinden üstün sayıldı hala da öyledir..Yazı bulundu yazılı tarih oluştu kitaplar resimler kültür sanat filan...Hep ilk düşünen icat eden ayrıcalığını koydu cebine ama işin garibi kendi yaşadıkları çağda sonsuz acılar yaşadılar bırak üstünlüğü..Sonra onları yeniden yorumlayanlar türedi sanırsın ilk onların aklına gelmiş .Hiç bir şey yapmamış oturmuş yazılı görsel kültürel ne varsa almış onları yorumlamayı kendine iş edinmiş hemde üstünlük kurma aracı yapmış niyeti boktan bir kere illet olurum kaybolasım gelir bunları görmemek için ...Dünyada ne kadar bilgi varsa yazılmış hepsini okusam söz duvar örebilir mi bir bombaya kalkan olmak için..?Sosyal ağlarında eklendiği yazılı medya da cirit atan kanaat önderlerinden geçilmeyen bir alemde bombalara kalkan olabilecek bir tek fikir göremedim .slogan atmaktan kendini tatminden öteye gitmeyen hastalıklı haller...Bende buna dahilim elbette tahammül edemediğim o çok bilmişler kadar değilim okuduklarım izlediklerim üzerinden ahkam kesmiyorum ama slogan yazıyorum tivitte örneğin ama kendimde dahil yalan dolanız yani ;üstelik midem bulandı bu durumumdan artık susmalı bence inanlar..yazmamalı yeni bir yol bulunmayacaksa eğer yıkım ölüm iktidar kurma hevesine bağlamış dünya düzeni için ..sözden yazıdan kuramlardan ve bunlarla üstünlük ayrıcalık sağlama heveslilerinden kendine tapanlardan tiksindim geyik muhabbetine dönüyo her şey..Canlı kalkan olalım desen bunlara mesela yine bilmem kimin kitabından başlarlar bıdı bıdılamaya teori arsızları piçler!Ya ben canlı kalkan olurmuyum ? yalanım yalan hepimiz yalanız mastürbasyon şeyisi internetle bizi ne güzel avladılar teslim aldılar ..Kim değilsek o olmaktayız, maskeler takmakta en kolay buralarda oluyor nasılsa! bizi nasılda teslim aldılar ..son olarak Serdar Keskin'in benim için üzerinde durup hayata tutunduğumuz anlam kattığımız inandığımız her şeyin yok olmasına ağıt dolu sitemiyle bitireyim ..http://fizy.com/#s/1ajbcn

7 Şubat 2012 Salı

“En derinden hissedilen yaşantı, sözcüklerle aktarılması en zor olanıdır. Onu hatırlamak boşluğu getirir, onarılmaz bir kaybı fark etmenin keskin acısını.

Penceremden bakınca, Ruski’nin mezarındaki mermer levhayı görüyorum... Ruski, benim ilk ve hep özel kalacak kedim, Doğu Kansas ormanlarından bir Rus Mavisi. O mezarı her gördüğümde, bir zamanlar bir şeyin olduğu, fakat artık olmadığı ve bir daha hiç olmayacağı o boşluk duygusunu yaşıyorum.”

Not:''Benim Eğitimim / Bir Rüyalar Kitabı William Burroughs'' tanıtım yazısından kopyalanmıştır henüz tarafımdan okunmadı ...okuma listeme eklendi ..

BİR GÜN SEVİŞMEYİ BANA

http://www.youtube.com/watch?v=eySIUFj95X0
kandan 
ve ceninden bir gün daha
başlarken
bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla
ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum
 
geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim
bugün biraz daha yorgun başlıyorum
 
sabah
yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli
vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri
kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu
güneş bir ürkekliği gizliyemez
ne de olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu
gün, o sevecen çığırtkan
beni yeni bir oyuna çağırıyor
 
yalnızlık yenilmeyen gladyatör
bana eski bir ölümü anımsatıyor
 
sabah
taşıyarak bir celladı odama
aşkımın ve bırakılmışlığımın celladını
hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni
tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor
yalnızlık her sabah öldürüyor beni
 
çözerek gecenin ipliğini hızımla
hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha
 
adi bir etiketi yamayarak üstüne
boyna genişliyen bir orospu gibi
genişledikçe küçülen bir orospu gibi
aşksızlığım küçültüyor beni
korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni
gecikilmiş bir aşkı yaşamıya
cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan
önce acıya direnmesini öğrenmeliyim
 
eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi
acıya ve aşka hazırlıyorum
 
hergün yeniden yaşamak
boşalan bir birikimi kocamış acılarla
uzuyan bir ölümü bitimliyen vücudum
yani istek. o hep tiksinç görünen
çirkin ve güzel orospu. yeniyetme
bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde
o hep güzel görünen bana
çirkin ve güzel orospu
vücudum. seni seviyorum
 
acıyla büyütüyorum aşkımı
bir gün bana sevişmeyi öğreticek.
 

6 Şubat 2012 Pazartesi

Sonsuz ve Öbürü



en değerli vakitlerinizi bana ayırdınız

                                        sağolunuz efendim
gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
                                                   öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
                                           öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
                                      öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu
ve havanın bazan kuşa döndüğünü öğrettiniz
                                       öğrendim efendim

ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
                                                 efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile


bunları bulmayı bana bıraktınız
                                        size teşekkür ederim.           Turgut Uyar

2 Şubat 2012 Perşembe

Nicedir kendimle dertleşiyorum; mecburiyetten olan her ilişki gibi isteksiz bıkkın ve nefret dolu nöbetler var kendimle olan ilişkimde.Hayatın kıyısı yok sananlara durduğum yeri gösterebilirim oradan izliyorum nehrin denize vardığı nokta kıvamında bir yerdeyim;akışı görmesem de seziyorum,durgunluğa kavuştuğu anı izliyorum.Hep bitişleri başlangıçtan önce görmüşümdür gerçeğe teslim olmuşum duruyorum..Kendim olmayı seçtiğimden beri daha bir soruyorum neden diye.Her cevap daha çok acıtsa da.Sonra yalnızlığından kaçarlarken düştüğüm yerde üzerime basanların ezdiği yerlerimi sağaltıyorum zor..Değiştirmek için hiç bir şey yapmadığımı fark ediyorum durmadan önce de durduğumda da aynı hiçlik.Gündelik yorumlar analizler dışında boş boş bir şey yaptığına inananlara hayret ediyorum.Okuduğu kitaptan izlediği filmden dinlediği müzikten kendine kimlik kazandıranların o eserleri üretenlerden daha fazla kibirli narsist hallerine ağlıyorum,hem korkuyorum da ceplerine taş yaptıkları kelimeler var asla içlerine değmemiş hiç bir harfi anlamamışlar korkuyorum...Durduğum yerde nehir gelip duruluyor kavuşuyor denize birikiyor susuyor ağlıyorum..son mu başlangıç mı bilmiyorum bu kavuşma hep sürerken damlalar kadar az'ım duruyorum duracağım yalana dönmeyecek kalbimi sağaltıyorum.Yalnızlığın serseri mayınlarına çarptım inanmıyorum kendimde dahil insan'a inanmıyorum...

1 Şubat 2012 Çarşamba

bunca acının ve gözyaşının içinde hala aynı sisteme eklemlenip mutlu olmayı istemek acizlik değilse nedir?benim duş yaparken harcadığım suyun çeyreğini bulamadığı için kendiliğinden olan hakkına yaşama hakkına tutunamayan bebekler anneler babalar bu sadece bir örnek.ben daha güvende olayım diye! sınırlar koyup onları korumak için dökülen kanın tek bir damlası bile mutluluk peşinde koşmanın acizliğine kanıt değil mi? konfor eğer tüm dünyada yaşayan bebekler için erişilebilir bir kolaylık sağlayacaksa eyvallah.ama tam tersi bir avuç insan dünyadaki çoğunluğun açlığı yoksunluğu sayesinde konfor içinde yaşayacaksa ve bunu da kendi tekelinde görecekse ,ve geriye kalan çoğunluk mutluluğun tek şartı konforlu hayatı özleyip mutsuzluk çekecekse çektiği acıda acizliktir.acısını öfkesini mutluluğun sapkın hali konfora kavuşma hayaliyle yakanlar yazık ettiniz o haklı olması gerekn öfkenin güzelliğine..