28 Ocak 2012 Cumartesi

...

Küçüktüm günlük tutmaya heves ettim anneye sipariş verdim güzel ciltlenmiş bir lacivert defter getirdi sağ olsun.Hayal dünyası daracık biriydim hep;zaman algım geçmiş gelecek algım oluşmamıştı an'da ise yeme içme oyun faaliyetleri haricinde düşünsel bir dünyam yoktu.Karşı komşunun ninesiyle konuşur gibi karşımda ki kağıda bir şey anlatma çabasındaydım ama o biraz ağır işiten biraz gereğinden fazla ayrıntı isteyen ninelere anlatma gayretim defteri doldu taşırdı içinde tek bir satır ben yok.Yıprandı defterin lacivert kaplı cildi anne aldı iş yerine götürdü onarım için;akşam geldiğinde anladığım bütün iş yeri oturup acaba ne yakalarız bir çocuğun gözünden haber alırmıyız merakıyla defterimin gizlilik hakkının ihlal edildiği ve o ana kadar aklımın kenarına gelmeyen bu yazılanları anne dahil herkesin bir gün ''ilk fırsatta'' okuyacabileceği idi.soğudum ki soğudum bir daha yazmadım.İçime dolan orda çürüyen yazılmayı hak eden yazılarda doğmadan öldü içimde ki heves gibi.Zaten eğitim sistemiylede aram kötüydü ezberim kötüydü çünkü velhasıl lise tabeasından gayrı okul tabelası tanımadım...Laciverti sevmem siyaha gönül düşürürüm,gece sevdiğim renktir ama lacivertse içime sinmez samimiyetsiz gelir bana,kim olduğundan çok yaralarının nerede olduğuna bakar gibi gelir üşürüm saklanırım lacivert gecelerde.
Çocuklukta izlerken yeşilçam filmlerini fazlasıyla özensiz ve insan zekasına küfür gibi anlardım.Yani başrol oyuncusu genç kızın ikide bir tongaya düşmesi geleceğinin elinden çalınması fikir değil senaryonun ilerleyişi bariz insanın kafasını kaldırsa görebileceği türden körlükler sözde engelleme gibi verilirdi.Oysa benim kuşağım 80 lerde mini minicik olanlar yani kafamızı kaldırsak göreceğimiz hakikatlere aynı senaryo ile ulaşamıyorduk o kadar ucuz bir senaryoydu.Hakikati bilenlerin sesi kısılmıştı bir biçimde o tarafına girmeyeceğim;önemsiz olduğundan değil anlatmak istediğim çalınan geleceğim olduğu için.Kimliksizleşerek aynılaştırılarak çıkarılacağımızı umdukları geleceğimden.Hakikati bulduğumda okuması yazması olmayan ömrünün son demlerini yaşayan biri gibi kaldım.Geç kaldım aslında neler olduğunu kim olduğumu anlamaya sormaya  başlamam gibi.Sanki yol bitmişti yol haritasını bulduğumda.Ne yapacaktım bunca gerçekle? Keşke ezberim bozulmasaydı sorgulamasaydım keşke ömrümce beni dürten şu huzursuzluk kendi olma isteğim baskın gelmeseydi.Yüzme bilmeyen birinin gemi yolculuğu bilenlerin ki kadar keyifli geçmez.Yüzme öğrenmem gerekirdi çünkü hakikat herkesin kendi olma sorumluluğunu taşımasını söylüyor.Özgürlüğün hiç öyle canım çeker yaparım çekmez yapmam demek olmadığını söylüyor.Bedeli var diyor ödeyeceksin;yalnızken iyi hissedebilmeyi öğreneceksin ki bir başkasına dostluğu suna bilesin yoksa yalnızlıktan kaçarken sığındığın liman olur ilk fırsatta gitmek istersin.Hayatını devam ettirmek için tek başına kalmayı bileceksin diyor ben hala işsizim bu da bir diğer kısmı önemli.Çünkü bakınıyorum bu para gücü büyük ve etkili bir hegemonya zahmetsiz üstelik baskın gelmek isteyen için.Ve bir türlü gidemeyenler için pranga.Şimdi elimde yürümeye dermensız bacaklar hayatı kavrayamayacak eller ve bütün hakikati gösteren yol haritası var geç kalınmış.Geleceğim çalınmış.

22 Ocak 2012 Pazar

Acımak mı?



 Hiçte öyle masum değil. Kendi çıkmazlarından boğulmuş kulluğu kaderle sahiplenmiş,sınırlara kutsallara yaşamdan daha çok sarılmış bünyenin işi acımak.Vicdan değil o sadece kendisine biçilmiş elbiseleri giyerken kendi olamamanın sıkıntısından boğulmuş ama asla nedene kaynağa bakmamış hep kurtarıcı beklemişin kıskanç bir bölüşme duygusudur.Acımakta eşitler kendisini diğeriyle ve acınanın acınası durumundan kurtulması halinde ortaklığı biter düşmanlıkla.Kendi olmasın diye her şey hazırdır; tüket yok et üretme kendine yabancılaş medyası en büyük destekçisidir.Hrant Dink sanki bir zalimce yok saymanın, kendini üstün ve buraların sahibi sanmanın kulluğuna ortak aramanın tetiğinden vurulmamış, bu yeterince haksızlık yeter sebebi olmamış gibi altı delik ayakkabısıyla acımacı toplum için meşru sebep yaratıldı.Altı delik olmasaydı papucunu dama daha erken atarlardı zaten.Acınacak bir durum varsa kendim olmamın önüne sürülen adına toplum yaşantısı denilen ikiyüzlülüğün çirkefi içinde debelenen halime acırım kimseye acımam kendimden gayrı.Haksızlığa uğrayana acımadan vicdanımla dürüstçe omuz veririm omuz...